SAVAŞIN GÖLGESİNDE TURİZM OLUR MU?

Turizm; barışın, huzurun, hoşgörünün, kültürün ve insanlığın ortak dili. Turizm ile insanlar seyahate çıkar, yeni yerler keşfetmeye çalışırlar. Bu vesile ile farklı kültürlerle tanışır ve bu yolculuklardan hem zihinsel hem ruhsal anlamda beslenirler. Ancak son dönemde öyle bir dünya düzeniyle karşı karşıyayız ki, bu güzellikleri yaşatacak zeminin altı adeta sürekli oyuluyor.
Dünyanın çeşitli noktalarında halen devam eden savaş ve çatışmalar ve özellikle hemen yanı başımızda İsrail ve İran arasındaki gerilim, Ortadoğu'daki hassas dengeleri iyice bozmaya başladı.
Bu yalnızca iki ülke arasındaki bir savaş değil; aynı zamanda tüm bölgeyi ve hatta dünyayı etkileyen büyük bir riskin habercisi. Tüm dünya medyasında "3. Dünya Savaşı mı geliyor?" manşetlerinin dolaştığı, hepimizin stres ve kaygı içinde yaşadığı bu dönemde, “turizm” gibi pozitif bir kavramı, böyle bir kaos ortamında kullanmak ne kadar da zor!
Peki ya gerçekten bu atmosferde turizm mümkün mü?
Tabii ki turizm adı üzerinde kırılgan bir sektör. En küçük bir kriz, rezervasyonları iptal ettirebiliyor, uçakları boş bırakabiliyor, otelleri de sessizleştirebiliyor. Hepimizin çok yakından yaşadığı pandemi sürecinde bunu çok net yaşadık. Ancak savaş ve çatışma riski, pandemiden bile daha yıkıcı bir etki yaratabilir diye düşünüyorum. Çünkü korkunun olduğu yerde ne keyif kalıyor, ne de seyahat isteği.
Hele ki bu korkular, sadece sınırlarımız dışındaki gelişmelerle sınırlı kalmayıp ülke ekonomisine, güvenlik algısına ve uluslararası algıya da sıçrarsa, turizm sektörünün taşıyacağı yük daha da ağırlaşabilir. Unutmayalım, turizm, her zaman barışın meyvesi olmuştur.
Turizm, savaşla beslenmez, aksine savaş onu çürütür.
Bu arada biz haberlerimizde olabildiğince savaş kelimesini geçirmemeye çalışıyoruz. Turizmi savaş ile aynı cümlede geçirmek ne kadar yanlışsa, bu ikisinin yan yana gelmesi de o kadar yıkıcı olduğunu düşünüyorum.
Zor dönemlerden geçiyoruz. Yıllardır barışın ve misafirperverliğin ülkesi olarak tanıttığımız ülkemiz, bugün yine ateş çemberinin ortasında sağlam durmaya çalışıyor. İnanın, bu o kadar da kolay bir sınav değil. Ancak bu noktada sektör temsilcilerinin, yöneticilerin ve kamuoyunun daha sağduyulu ve bilinçli olması şart. Turizmin sürdürülebilirliği için sadece ekonomik değil, aynı zamanda politik ve insani bir barışın da inşa edilmesi gerekiyor.
Son olarak şunu da sormalı: Dünyayı güzelleştiren, kültürleri buluşturan, insanları yakınlaştıran bir sektörü, savaşın diliyle tanımlamak ne kadar doğru?
Cevap tabii ki çok net: Hayır.
Turizm; umutla, barışla ve insanla anlam kazanır. Bu değerleri kaybettiğimizde geriye yalnızca sessiz oteller, boş plajlar ve kaygıyla bakan gözler kalır.
İnşallah umudumuz bu savaş ortamının bir an önce son bulmasıdır.
Yazımı Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün o güzel özdeyişiyle bitirmek istiyorum:” Yurtta sulh, cihanda sulh!’
Halil ÖNCÜ / Turizm Dosyası