DOĞA MI, TESİS Mİ?

DOĞA MI, TESİS Mİ?

Orman yangınlarıyla içimizin yandığı bu günlerde, bir anlığına geçmişe gittim... Lise yıllarıma, Çanakkale Lisesi’ne... Yanlış hatırlamıyorsam Edip Hocamızın edebiyat dersiydi. Konumuz ise "münazara"ydı. O yıllarda turizmle ilgisi olmayan, tarihe ve doğaya meraklı, gezmeyi seven bir öğrenciydim.

Münazara konumuz hayli ilginçti:

"Turizmin gelişmesi için doğa mı, yoksa tesis mi daha önemlidir?"

Soru sınıfta yankı bulur bulmaz, parmağını kaldıran ilk öğrencilerden biri oldum.

Cevabım netti: Doğa!

Ve doğayı savunarak münazaraya katıldım. Ne çabuk geçmiş o günler... Şimdi neden bu münazara aklıma geldi, diye soracak olursanız; Bugünün dünyasında o yıllardaki o basit sorunun ne kadar derin bir gerçekliği yansıttığını fark ettiğim için…

Artık doğa ve sürdürülebilirlik her zamankinden daha fazla ön planda.

İnsanoğlu tükettikçe tüketiyor, doğanın kaynakları ise hızla tükeniyor.

Su kaynaklarımız azalıyor, kuraklık her geçen gün artıyor.

Denizlerimiz kirleniyor, kutuplar eriyor, sıcaklıklar 50 dereceleri zorluyor.

İklim dengesi bozuldu. Göller kuruyor.

Bunun en çarpıcı örneklerinden biri Burdur Gölü. Bir zamanlar suyla dolu olan alanlarda bugün suya rastlamak neredeyse imkânsız.

Bodrum’da susuzluk öyle bir noktaya gelmiş ki, evlere bulurlarsa tanker ile su taşınıyor.

Kışlar kar getirmiyor, mevsimler değişiyor.

Temmuz ortasında Karadeniz’de kar yağarken, Nisan, Mayıs aylarında don olayları meyveleri yok ediyor. Gıda konusunda yaşanan israf, üretim ve tedarik zincirindeki aksaklıklar ise yakın gelecekte gıdaya erişimi oldukça zorlaştıracak.

Peki, tüm bunlar kimin eseri?

Elbette ki biz insanların...

Doğaya hoyratça davranıyoruz. Onu miras değil, maden gibi görüyoruz.

Ama doğa artık SOS veriyor!

Ormanlarımız azalıyor. Yangınlar durmuyor.

Son günlerde yaşadığımız acı verici görüntüler hepimizi derinden yaralıyor. Üstelik bu yangınlarda yalnızca ağaçları değil, binlerce canlıyı, böceği, kuşu, hayvanı ve bitkiyi de kaybediyoruz.

Ama çoğu zaman sadece şu cümleye sığınıyoruz:

"Çok şükür can kaybı yok." Oysa o canlar sadece insanlar değil!

Unutmayalım!…

Ormanlar bizim yaşam kaynağımız. Oksijenimiz, nefesimiz…

Bir ağacın büyüyüp tekrar orman ekosistemine katkı sağlaması onlarca yıl sürüyor. Kaybettiğimiz her orman, geleceğimizden çalınmış bir nefes.

Elbette önlemler alınmalı. Ama felaketlerden sonra değil, öncesinde… Yangınlar başlamadan, göller kurmadan, tarım arazileri çoraklaşmadan… Çünkü doğa bizden intikamını öyle ya da böyle alıyor, alacak!

Ve işte o lise yıllarındaki münazara konusuna geri dönecek olursak:

En lüks otelleri de inşa etsek, en şatafatlı tesisleri de kursak…

Eğer doğayı koruyamazsak, hiçbirinin anlamı kalmaz.

Bu şekilde turizm de olmaz, yaşam da olmaz.

Artık sürdürülebilirlik ilkesi yalnızca bir kavram değil, bir zorunluluk.

Zorlayıcı yaptırımlar, toplumsal bilinç, doğaya ve yaşama duyulan saygı… Ancak bu şekilde hem doğamıza hem de geleceğimiz olan turizme sahip çıkabiliriz.

Aksi takdirde hep birlikte yok olup gideriz…

Halil ÖNÜ / Turizm Dosyası